27 Mart 2017 Pazartesi

Tomas Milian ve Spaghetti Westernleri



TOMAS MILIAN VE SPAGHETTİ WESTERNLERİ


“Keoma Rises” projesinde yer alacağı ilan edilen isimleri bir biri kaybediyoruz. Maalesef, Tomas Milian da gitti. Bir anma yazısı yazmasam olmazdı. Belki adını bile duymayan çoktur ama Milian, benim için çok önemli bir aktör. Aslında İtalyan usulü western tarihi için de…


Birçokları onu İtalyan zanneder ama usta aktör aslen Kübalıdır. Tomás Quintín Rodríguez Milián adıyla Havana’da doğar (Yazının geri kalanında, “Tomas Milian” şeklinde anıyor olacağım). Yıl 1933. Babası Başkan Gerardo Machado yanlısı Kübalı bir generaldir. Machado iktidarı devrilince babası tutuklanır ve hapsi boylar. Babası daha sonra salıverilir ama mesleki hakların tamamından ve (oy kullanma, ülke dışına çıkma vb.) birçok sosyal haktan mahrum edilir, dayanamaz ve 1946 yılında intihar eder. Hem de küçük Tomas’ın gözleri önünde!




Milian ailesi 1957 yılında Amerika’ya göç eder. Hiçbir kaynakta bu zamanlamaya dikkat çekilmiyor ama biz söyleyelim, yıl çok kritik çünkü, bu devrimci ayaklanma sırasında ülkeyi terk ettikleri anlamına geliyor. Yani Milian’ın ailesi Castrocu değil. Haliyle, solcu falan da değil. Hatta düpedüz muhalif. O nedenle, onun sinemada canlandırdığı sol kimlikli karakterleri ya da gariban köylüleri onun (ve ailesinin) “solcu” geçmişiyle irtibatlandırmaya çalışanlar büyük bir garabete imza atıyorlar, onu belirteyim. Tomas Milian solcu falan değildi. Ailesi hiç değildi. Milian, karakterlerini de o şekilde yorumlamamış (devrim soslu Corbucci filmleri de dahil) ve çeşitli defalar farklı platformlarda bunu belirtmek ihtiyacı gütmüştür. Özellikle de, Andy Garcia’nın çektiği “The Lost City” (Kayıp Şehir, 2005) filminden sonra verdiği röportajlarda. Tamam, Cuchillo ve Tepepa karakterlerini o şekilde okumak mümkün ama bunu Milian’ın gerçek hayattaki politik çizgisiyle örtüştürmeye çalışmak yanlış. Bunu not düşelim.


Amerikan vatandaşlığına geçen Milian, New York’daki o meşhur Actor’s Studio’da Lee Strasberg’den metot oyunculuğu eğitimi alır. Kısa sürede dikkatleri üstüne çeker. İlk filmi, Mauro Bolognini’nin, Pier Paolo Pasolini’nin kısa romanından uyarladığı “La notte brava” (The Big Night, 1959) olur. Bolognini kendisini, sıradaki filmi “Il bell'Antonio”da (Acı Nikah, 1960) da görmek ister. Marcello Mastroianni ve Claudia Cardinale ile aynı filmde yer alınca ülke çapında meşhur olur. İtalyan sinemasının onu bırakmaya niyeti yoktur. Peş peşe sağlam filmlerde oynar: “L'imprevisto” (1961), “Laura nuda” (1961), “Un giorno da leoni” (1961), “Giorno per giorno disperatamente” (1961), “Boccaccio 70” (1962) ve “Le soldatesse” (1965) gibi.



Ama bizim onu tanımamıza vesile olan asıl filmler İtalyan usulü kovboy filmleri, nam-ı diğer spaghetti/spagetti westernler olur.


1966 yılında “The Bounty Killer” (El precio de un hombre, 1966) ile westernlere bir giriş yapar. Akabinde Lee Van Cleef ile karşılıklı oynadığı, ülkemizde “Kolorado” adıyla bilinen “The Big Gundown” (1966) gelir. Efsane başlamıştır.


Şimdi sizlere Tomas Milian’ın oynadığı bir düzineyi aşkın spagetti westernden kısa bir seçki yapacağım. Bunlar, izlediğim ve beğendiğim westernler olacak. İzlemeyenlere tavsiye ederim. Bu sitede hepsi hakkında ayrı ayrı incelemeler yayınlıyor olacağım. Hadi başlayalım.



THE BOUNTY KILLER (1966)

“The Bounty Killer” (El precio de un hombre, 1966), Milian’ın ilk spagetti westerni. Jose Gomez rolü, Tomas Milian’ın daha sonra oynayacağı sayısız kanun kaçağı rolünün adeta bir prototipi. At arabasındaki halini ya da uğradıkları yerde elleri kelepçeli yemek yerkenki halini unutmak mümkün değil. Milian, Gomez rolünde sıkı bir iş çıkartıyor. Bir teorim var burada paylaşayım, eğer bu filmde, Gomez’in peşindeki kelle avcısı Luke Chilson rolünü Richard Wyler’dan çok daha sağlam biri oynasaydı, bu film de “The Big Gundown” kadar olmasa da, çok meşhur olurdu. Hele açılış sahnesinde kendisine ateş edilirken hiç kımıldaman duruşu falan. Ayrıca Mario Brega’ya da dikkat. Bu sefer çok farklı bir rolde karşınıza çıkıyor.



THE BIG GUNDOWN (1966)


Şahsi kanaatimce, “The Big Gundown” (La resa dei conti, 1966) sadece spagetti western tarihinin değil, sinema tarihinin de en sağlam filmlerinden biri. Bir western şaheseri. Tabii, burada, özellikle uzun versiyonda, Cuchillo karakterini unutulmaz kılan Tomas Milian’ın payı büyük. Lee Van Cleef zaten olağanüstü. “The Big Gundown”ın ilginç bir özelliği de şudur. Bu filmden bir spin-off çıktı ama Jonathan Corbett’i değil, Cuchillo (bıçak) lakaplı Manuel Sanchez’i anlattı. Bu, Tomas Milian’ın kalplerde (ve tabii ki gişede) taht kurduğunun önemli bir kanıtı olsa gerek. Sitemizde, “The Big Gundown” ile ilgili kapsamlı bir analiz de yayınladım. Kaçırılmaması gereken bir film. Başyapıt!


DJANGO KILL! IF YOU LIVE, SHOOT! (1967)

Bizde “Altın Kurşun” adıyla oynayan bu filmin, yani “Se sei vivo spara”nın (1967) Django’yla hiçbir ilgisi yok. “Django Kill!” adıyla gösterime girmiş olduğuna bakmayın. Klasik bir ticari sinema tuzağı, oysa hikaye bambaşka. Gore Verbinski’nin “The Lone Ranger” (Maskeli Süvari, 2013) filmini izlediniz mi? Onun uyarlandığı 1949 tarihli (ve aynı adlı) diziyle John Boorman’ın “Point Blank”i (Dönüşü Olmayan Yol, 1967) arasında teorik açıdan bir benzerlik vardır. Bu da, ana kahramanın çoktan ölmüş olduğu olasılığıdır. Giulio Questi de ilk filminde bu sulara girer. Filmi, türün diğer tüm yapımlarından ayıran en önemli özellik de budur.



FACE TO FACE (1967)

Lafı gevelemeye gerek yok. Bence bütün Sollima westernleri başyapıttır. Üçünde de Milian oynar. “Face to Face” (Faccia a faccia, 1967) politik bir taşlama. Milian’a ilaveten, Gian Maria Volontè ve William Berger de var. Filmi, Volontè sürüklüyor. Müzikler Ennio Morricone’den. Ama dikkat çekici olan Sollima’nın Donati ile birlikte yazdığı hikaye.



RUN, MAN, RUN (1968)

Ülkemizde “Serseriler Kralı” olarak bilinen “Run, Man, Run” (Corri uomo corri, 1968), “The Big Gundown”ın kanlı devam filmi. Bu sefer, Cuchillo başrolde. Milian’ın Sollima ile birlikte çektiği üçüncü ve son western. İlk filminde, ufak hırsızlıklar yapan ama büyük umutlarıyla seyircisini büyüleyen Meksikalı köylü rolüne cuk oturan Tomas Milian, tadına doyum olmaz bir performans daha sergiliyor. Donald O’Brien başta olmak üzere yan roller adeta dökülüyor, bunu itiraf edeyim. Ama iyi ki, bu film çekilmiş dedirten yine Milian. Zira, filmi tek başına sırtlıyor.



TEPEPA (1969)

Tepepa, Cuchillo’nun etkisiyle çekildiğini düşündüğüm bir film. Bu defa Milian’a Meksikalı gerilla lideri Tepepa rolü düşüyor. Baş düşmanı ise polis şefi, Cascorro. Belki inanmayacaksınız ama, Cascorro’yu oynayan kişi, (Milian’ın idollerinden biri olan) koskoca Orson Welles! Bu, üstadın, ilk ve tek spagetti westerni. Film, finaline doğru dramatik bir hâl alıyor ve ameliyat sahnesinden sonra iş ciddiye biniyor. Set o kadar gerginmiş ki, naifliği ile tanınan Welles, “Tepepa”daki rol arkadaşı Milian’a “pis bir Kübalı”, demiş. Bu gerginliğin filme yaradığını not etmekle yetineyim.



COMPANEROS (1970)

Orijinal adıyla, “Vamos a matar, compañeros” (1970) birinci sınıf bir devrim taşlaması. Yönetmen Sergio Corbucci. Milian’a ilaveten Franco Nero, Jack Palance ve Fernando Rey var. Fena halde matrak senaryosu, güçlü oyunculuklar ve teknik açıdan stilize bir çalışmayla taçlandırılıyor. Benim, hakkında yazdığım ilk Tomas Milian filmi budur. Bilhassa, Jack Palance’ın eksantrik karakteri unutulacak gibi değil. Müziklerin Ennio Morricone’ye ait olduğunu bilmem söylememe gerek var mı?



THE WHITE, THE YELLOW, AND THE BLACK (SHOOT FIRST... ASK QUESTIONS LATER, 1975)

Ülkemizde “Üç Şeytan Adam” adıyla oynayan “The White, the Yellow, and the Black” (Il bianco il giallo il nero, 1975), “Trinity Sonrası Dönem”in ruhuna uygun olarak bolca komedi unsuru içeriyor, özellikle de Sakura rolündeki Milian atıyla, makyajıyla ve tuhaf dublajıyla akılda kalıcı bir iş ortaya koyuyor. Ama filmin asıl kozu, kadrosu. Giuliano Gemma, Tomas Milian ve Eli Wallach üçlüsü ilk ve son kez bir arada. Müzikler de Guido De Angelis ve Maurizio De Angelis’den. Yönetmen ise Sergio Corbucci. Daha ne olsun?

Yazan : Ertan Tunç

Not: 

Sitemizde daha önce yayınlanmış Tomas Milian filmleri incelemeri için buraya tıklayınız.
Sinematik Mafia'da yeralan Tomas Milian filmleri incelemeleri için buraya tıklayınız. 

TOMAS MILIAN (1933 - 2017) ANISINA:





KAYNAKLAR
Grant, Kevin. “ANY GUN CAN PLAY: THE ESSENTIAL GUIDE TO EUROWESTERNS”, 2011. Fab Press, İngiltere.









23 Ekim 2016 Pazar

Tonino Valerii'nin Ardından


TONINO VALERII’NIN ARDINDAN 

Geçtiğimiz hafta çok sevdiğim İtalyan bir yönetmen öldü, Tonino Valerii. Öldüğünü ancak 2 gün sonra öğrenebildik, gazeteler yaşını ve bazen de soyadını yanlış yazdı, filmografisine dair de pek bir kelam edemediler. Halbuki kendisi, sağlam avantür filmlere imza atmış son derece seçici bir yönetmendi. Bu filmlerden bir tanesini öyle zannediyorum ki, izlemeyen yoktur. Benim açımdan asıl önemi de çocukluğumdan beri sayısız defa severek izlediğim ve her defasında da ayrı bir haz aldığım o filmdir, yani Terence Hill ile Henry Fonda’yı biraraya getiren ve spaghetti westernlerin adeta dip toplamını çıkarıp parodisini yapan o kusursuz “My Name is Nobody” (Benim Adım Hiçkimse, 1973) filmi. Bana bu küçük yazıyı yazdıran film de, hiç kuşkusuz odur.

Tonino Valerii’nin ardından birkaç kelam etmesem olmazdı, hazır burada böyle bir fırsatımız varken onun yönettiği spaghetti westernlere odaklanan küçük bir yolculuk yapmak istiyorum. Tonino Valerii şanslı biri. Sinemaya yönetmen olarak adımını atmadan önce asistanlık yaptığı filmlerden ikisi, sinema tarihinin en iyi yönetmenlerinden biri tarafından çekilen sinema tarihinin en önemli filmlerinden ikisi. “A Fistful ofDollars” (Bir Avuç Dolar, 1964) ve “For a Few Dollars More” (Birkaç Dolar İçin, 1965). 

Haliyle, Sergio Leone sinemasıyla yoğrulmak onun sadece sinemasal vizyonunu değil, ileride kendi filmlerindeki oyuncuların istihdam edilmesi süreçlerinde de bir anlamda kredibilitesini arttıracaktır. O nedenle, Craig Hill ve George Martin’in oynadığı ilk westerni “Taste of Killing” (Öldüren Haydut, 1966) hariç Valerii’nin diğer filmlerinde türün en büyük isimleri adeta cirit atmaktadır.



Tonino Valerii, spaghetti western filmlerinde her seferinde ayrı formatta bir film çekmiştir. Beş filmi vardır, beşi de birbirinden farklı yapılara sahiptir. Kadroları, anlatı yapısı ve temaları çeşit çeşittir. Hikayelerinde ortak bir izlek yakalamak çok zordur. Belki bir tek “Day of Anger” (1967) ile “My Name is Nobody” (1973) arasında bir takım korelasyonlar yakalayabiliriz, o da özü itibariyle çok da abartılamaz çünkü ana karakterlerinin motivasyonları son derece farklıdır. 

Valerii’nin yönetim tarzında belirgin bir Leone etkisi olduğu su götürmez, bunun kusursuz versiyonu bir iki sahneyi bizzat Leone’nin çektiği “My Name is Nobody”dir. Ustaya yaklaşan ve yer yer onun bazı sahnelerini aşan sahnelerinde bulunduğu tek filmi bence budur. Tüm westernlerinde yakın plan, hareketli kamera, eril bakış açısı yer alır. Filmlerinde intikam, şiddet ve sistemi sarsan özgür bireyler vardır. 

Müzik, filmlerinde (özellikle son dört filminde) önemli bir yer tutar. Bu saydığım özelliklere ilaveten Leone sinemasından bazı önemli oyuncuları da kadrosuna katmıştır. Seçicidir, sağlam aktörlerle çalışır. Şimdi Tonino Valerii’nin spaghetti westernleri üzerinden kısaca geçelim ve yazıyı tamamlayalım.



TASTE OF KILLING (ÖLDÜREN HAYDUT, 1966)
Açılışında bile (hem görüntü hem jenerik) belirgin bir Sergio Leone etkisi olan filmin, her ne kadar uluslararası isimlerden oluşan bir kadrosu olmasa da, türün yapıtaşlarına hakim bir anlatısı, sürükleyici bir hikayesi, sıkı bir kurgusu ve yetkin bir yönetmenliği olduğunu söylemek mümkün. At arabasına kurulan bir pusuyla açılan film, Craig Hill’in dürbünlü tüfeği, Fernando Sancho’nun meymenetsiz suratıyla dur durak bilmeyen bir maceraya dönüşüyor. Spaghetti westernlerin birçok klasik figüranı bu filmde mevcut. Beni filmde rahatsız eden tek şey dublör gerektiren işlerin çok vasat olması, yapımcı amatör Meksikalıları toplamış gibimi geliyor. Filmin finalini seyredince, Tom Selleck’in o meşhur westerni “Quigley Down Under”ın (Avcı, 1990) finalindeki hangi hoş detayın bu filmden esinlenilerek alındığını hemen fark edeceksiniz, hatta belki “Saving Private Ryan”daki (Er Ryan’ı Kurtarmak, 1998) bir imgenin. Sonuç olarak, “Taste of Killing”, bir ‘ilk film’ (debut) olarak gayet güzel bir film.


DAY OF ANGER (ÖFKELİ GÜNLER, 1967)
Bir spaghetti westernin senaristlerinden birisi Ernesto Gestaldi’yse orada duracaksın. İleride hakkında başlı başına bir yazı kaleme alacağım bu önemli isim 18 tane westernin senaryosuna katkıda bulunmuş, ben izleyebildiklerimin tamamını beğenirim. Gestaldi, Valerii’nin yönettiği 6 filmde senaryo koltuğunda oturmuş, ilki “Day of Anger” (Öfkeli Günler, 1967). Bu film aynı zamanda Giuliano Gemma ile Lee Van Cleef’in biraraya getiren ilk ve tek film. “Kill Bill Volume 1”nın en kritik sahnesinde de çalan o müthiş müzikler Riz Ortolani’den. Tarantino bu filmin müziklerini o kadar çok sever ki, bir pasajını da “Django Unchained”de (Zincirsiz, 2012) kullandı. “Day of Anger”ın görüntü çalışması ise Enzo Serafin’den. Bu film hakkında çok kapsamlı bir yazı yazacağım için şimdilik konusundan bahsetmeyeceğim ama son derece keskin bir politik okumaya müsait olduğunu söylemekle yetineceğim.  



THE PRICE OF HONOR (IL PREZZO DEL POTERE, 1969) 
“The Price of Power” adıyla da bilinen “The Price of Honor” (1969) bence Valerii’nin gizli hazinelerinden biri. Öncelikle temposu emin adımlarla ilerliyor, karakterlerin altı iyi çizilmiş. Giuliano Gemma 15 dakika sonra falan ortaya çıkıyor. Hem komplo hem de diğer olaylar doyurucu bir şekilde aktarılmış. Aksiyon filme ustaca yayılmış ama aksiyonun hikayenin özüne zarar vermesine izin verilmemiş, mesela final buna iyi bir örnek teşkil ediyor. Luis Bacalov’un müzikleri özellikle gerilim anlarını ustaca pekiştiriyor ve tempoya büyük bir dirilik katıyor. Karanlık ve yağmurlu sahneler süper. Stelvio Massi geniş planlarda ve açık havada da harikulade resimler yakalamayı başarmış. Filmin asıl hoşluğu ve onu tüm bir spaghetti janrında tamamen ayrı bir konuma oturtan özelliği, John F. Kennedy suikastını metaforize ediyor oluşu.



A REASON TO LIVE, A REASON TO DIE (9 HIZLI ADAM, 1972)
“The Dirty Dozen” (12 Kahraman Haydut, 1967) çakması mı? Evet. Öyle. Finalde “Wild Bunch” (Vahşi Belde, 1969) etkisi var mı? Bence biraz var. Ama ne önemi var? “A Reason to Live, A Reason to Die”da (9 Hızlı Adam, 1972) bomba gibi film. Kadro desen olağanüstü. James Coburn, Bud Spencer, Telly Savalas bir arada. Hele Savalas’ın finaldeki baskın sırasında iki üç defa beşer saniyelik birer bakışı var ki, işte oyunculuk budur dedirtiyor. Ölümü ise spaghetti western filmleri külliyatının en çarpıcı ölümlerinden biri. Tonino Valerii bir sonraki western başyapıtında kullanacağı bir sürü sinemasal hileyi bol bol bu filmde kullanmış, özellikle de odak değiştirme, mercek oyunları ve tuhaf kamera açıları eser miktarda mevcut. Yine senaristlerden biri Gestaldi. Müzikler Riz Ortolani’den. Üstelik “Once Upon a Time in the West”teki (Batıda Kan Var, 1968) o meşhur McBain evi burada da kullanılmış. Tam bir nostalji geçidi. “A Reason to Live, A Reason to Die”da finale kadar aksiyon zayıf ve tempo yer yer düşüyor. Seyirciden yeterli teveccühü görmemiş olmasını bir ölçüde buna bağlıyorum. 15 yıl kadar önce 100 dakikalık bir versiyonunu izlemiştim, sonra erişebildiğim en uzun versiyon 112 dakikalık olan oldu. İnşallah bir gün 119 dakikalık uncut’ı izlemek nasip olur. Yine de beğendiğim bir filmdir. Meraklısına tavsiye ederim.


MY NAME IS NOBODY (BENİM ADIM HİÇKİMSE, 1973)
Şahsi kanaatimce en iyi spaghetti westernlerden biri. İlk izlediğimden beri hastası olduğum onulmaz bir yara, bir sinema olayı. Tonino Valerii’nin şaheseri bu filmdir. Kadro, Leone kökenli. Oyunculuklar (Fonda, Hill), müzikler (Morricone), kurgu (Baragli) ve görüntü çalışması (Ruzzolini) muhteşem. Senaryo zaten on numara. Her şeyden önce hikayenin fikri Sergio Leone’den çıkmış. Filmin muazzam bir açılışı var, spaghetti western tarihinin zirvelerinden biri. “My Name is Nobody” (Benim Adım Hiçkimse, 1973) ana gövdesinde sağlam bir hikaye barındırırken, türün klişeleriyle de dalga geçmeyi ihmal etmiyor ve bir sürü başyapıta göndermelerle dolu girift bir senaryo ortaya koyuyor. Hakkında çok ama çok kapsamlı bir yazı yazmayı düşündüğüm için fazla detaya girmeyeceğim. “My Name is Nobody”, Henry Fonda’nın da son westerni. Yani daha iyi bir final olamazdı. Tek kelimeyle, başyapıt! Üç kelimeyle: Başyapıt, başyapıt, başyapıt!

Yazan : Ertan Tunç



23 Mayıs 2016 Pazartesi

El Emeği Spaghetti


Nisan ayı içerisinde Modern Alt Kültür'de Spaghetti Western başlığı altında çeşitli örneklerini sunmuş olduğumuz yeni nesil hayran çalışmalarına bir örnekte Türkiye'de ki Spaghetti severlerden sevgili dostumuz Turgut tarafından ulaştırıldı. 

Sinematik Spaghetti'de zaman zaman yer vermekte olduğumuz Ken Parker'e ilişkin haberlerle beraber, spaghetti tarzının çizgi roman yansımaları her zaman ilgi odaklarımızdan birini oluşturmakta. Bu sefer filmlerle oluşan grafik kültürünün günümüze uyarlanmasından ziyade, günümüzün bir çizerinden eski usüle saygı duruşu çerçevesinde o yılların çizim zevkini yansıtan çalışmalarla karşılaşıyoruz. 


Spaghetti hinliğine sadık kalarak öz geçmişini ve hatta ismini dahi paylaşmamızın çokta gerekli olmadığının altını çizen dostumuzun Clint Eastwood üzerine hazırlamış olduğu çizimlerinin sizler tarafındanda sevileceğini düşünüyoruz. 

Leone'nin Adsız Kovboyuna sadık kalınarak çizgi roman albümlerinin kapak tasarımından, spaghetti western afişleri anlayışının bir harmanı şeklinde hazırlanmış çizimlerin yanında setin bonusu olarak Sartana çalışmalarıda çabası. 




Turgut'un Yeşilçam üzerine hazırlamış olduğu diğer çizimlerinide Sinematik Yeşilçam sitemizden takip edebilirsiniz. 

İyi seyirler diliyoruz.