23 Mayıs 2016 Pazartesi

El Emeği Spaghetti


Nisan ayı içerisinde Modern Alt Kültür'de Spaghetti Western başlığı altında çeşitli örneklerini sunmuş olduğumuz yeni nesil hayran çalışmalarına bir örnekte Türkiye'de ki Spaghetti severlerden sevgili dostumuz Turgut tarafından ulaştırıldı. 

Sinematik Spaghetti'de zaman zaman yer vermekte olduğumuz Ken Parker'e ilişkin haberlerle beraber, spaghetti tarzının çizgi roman yansımaları her zaman ilgi odaklarımızdan birini oluşturmakta. Bu sefer filmlerle oluşan grafik kültürünün günümüze uyarlanmasından ziyade, günümüzün bir çizerinden eski usüle saygı duruşu çerçevesinde o yılların çizim zevkini yansıtan çalışmalarla karşılaşıyoruz. 


Spaghetti hinliğine sadık kalarak öz geçmişini ve hatta ismini dahi paylaşmamızın çokta gerekli olmadığının altını çizen dostumuzun Clint Eastwood üzerine hazırlamış olduğu çizimlerinin sizler tarafındanda sevileceğini düşünüyoruz. 

Leone'nin Adsız Kovboyuna sadık kalınarak çizgi roman albümlerinin kapak tasarımından, spaghetti western afişleri anlayışının bir harmanı şeklinde hazırlanmış çizimlerin yanında setin bonusu olarak Sartana çalışmalarıda çabası. 




Turgut'un Yeşilçam üzerine hazırlamış olduğu diğer çizimlerinide Sinematik Yeşilçam sitemizden takip edebilirsiniz. 

İyi seyirler diliyoruz.





15 Mayıs 2016 Pazar

Spaghettilere Emek Veren Besteciler - Bölüm 4


Guido ve Maurizio De Angelis :

Spaghetti Westernlere emek veren müzisyenler serimize türün eski usul ve klasikleşmiş isimleri üzerine saygı duruşumuzu ihmal etmeyerek başladığımızda elbette türün vazgeçilmezi olan 'Hinlik' öğesine sadık kalarak yeni bir anlayış ve taze kan düsturuna bağlı isimlerle de sürdürmenin gerekliliğini ihmal etmeyecektik.

Spaghetti Western, İtalyan sinemasının hem klasik hemde yeni nesil anlamda tarih yazmaya ramak kaldığı dönemde, sadece köklerinden beslendiği Amerikan anlayışının bir taklidiyle sınırlı kalmayacağının, kendi öz birikimiyle yeniyi harmanlayarak çevresindeki komşu ülke sinemalarına yeni bir soluğu ihraç edebileceğinin kanıtıydı. Müzikal anlamda Morricone ile başlayan yeni usül, oyunun temel kuralı gereği değişim ekseni içerisinde günün popüler müzik akımlarıyla klasik anlayışın harmanını esas almaktaydı.

1940 lı yılların sonlarında dünyaya gelme şansına nail olarak dünyanın topyekün değişime doğru yol alacağı 1960 lı yılların son yarısında müzik sahnesinde ilk olgun meyvelerini vermeye başlayacak iki İtalyan kardeşte bu harman ve değişim rüzgarının odak noktasında müzikal çalışmalarını sürdürmekteydiler. Roma yakınlarında dünyaya gelen ikili , 1970'li yıllarda Spaghettilerden beslenerek yeni bir alt kol halini alacak 'Belly Laugh' komedi filmlerinin en ünlü ikilisi Bud Spencer ve Terence Hill ikilisi filmlerinin müziklerine can verdiler.




Bud Spencer ve Terence Hill'in sinema serüvenleri Spaghetti Westernlerle başlamış ve ünlerinin doruğuna yukarıda bahsetmiş olduğumuz yeni akımla kavuşmuşlardı. İkilinin koca adamı Bud, geniş kadrolu spaghetti western filmlerinin oburluk ve mizah öğesini temsil eden karakterdi. Terence ise Franco Nero'ya alternatif olarak düşünülerek Django serisiyle tanınmaya başlamış ve ardından daha önce ele aldığımız My Name is Nobody ve Un Genio, Due Compari, Un Pollo ile türün komedi açısından zirve eserlerinde başrolü üstlenmişti. İkilinin beraberce rol aldığı Trinita Kardeşler serisi de Belly Laugh'a uzanan yolun kapısını aralayan çalışmaydı.

Spaghettilerin güç kaybetmeye başladığı 1970'lerin ikinci yarısında çıkışı arayan yapımcı ve yönetmenler türün alternatif anlamda en sıradışı örneklerini sunarken De Angelis kardeşlerin müzikal anlayışını arka planda görmeyi tercih ettiler. Böylece Keoma ve Mannaja gibi ağıt havasında ve progresif yaklaşımla çekilmiş spaghettilerin müzikleri ortaya çıktı. 




Spaghettilerin ortaya çıkışından bu yana sürdürülmekte olan ballad geleneğinin rock müzik anlamında modernize edilmiş versiyonlarıda bu yöntemle yeni ancak uzun ömürlü olmayan bir akımı oluşturmuş oldu. Saykodelikten progresife oldukça ilginç kulvarlara göz kırpan besteler ikilinin asıl uzmanlaştığı komedi filmleri müziklerinin yanında birer önemli deney olarak film müzikleri tarihindeki yerini aldı. 

Poliziesco filmlerinden komediye, Spaghettilerden çizgi filmlere kadar pek çok sinema türüne kendilerine has tarzlarıyla katkıda bulunan kardeşler sahnede çeşitli farklı isimlerle yer almayı tercih ediyordu. Bu isimlerden en çok bilineni Oliver Onions du ve spaghettilerin İtalyadan sonra (belkide İtalyadan daha çok) popülerleştiği ikinci ülke olan Almanya'da bilinen isimleride buydu. 

Guido ve Maurizio De Angelis Resmi web sitesi için buraya tıklayınız. 
Full diskografi için buraya tıklayınız. 
Yazan : Gökay Gelgec - Yojimbooo

Trinity Stand Tall :

3 Mayıs 2016 Salı

LA RESA DEI CONTI : The Big Gundown - 1966 (Birinci Bölüm)


Birinci Bölüm :

Sergio Sollima hakkındaki bir yazımda ve “Sinemada Für Elise” adlı kısa incelememde bahsetmiştim ama “The Big Gundown” (La Resa Dei Conti, 1966) hakkında bugüne kadar hiç yazı yayınlamadım. Nasip, bugüneymiş. Ülkemizde “Kolorado” adıyla oynayan “The Big Gundown” (La Resa Dei Conti, 1966) benim en sevdiğim İtalyan usulü westernlerden birisi, bunun nedeni sadece Lee Van Cleef ya da Sergio Sollima hayranı olmam değil. Şahsi kanaatimce, “The Big Gundown”, hafif ama ustaca dokunuşlarla şekillenen politik alt-metniyle ve ustaca serpiştirdiği ipuçlarını finale kadar takip edenlerin daha bir büyük keyif aldığı, en kuvvetli Avrupa westernlerinden biri. Bu filmde, onlarca adamın öldüğü sürekli bir cinayet ve katliam hali yok. Filmin çok kanlı bir finali de yok. Niye böyle, çünkü bu filmin derdi başka.    

“The Big Gundown”un (La Resa Dei Conti, 1966) adını ilk kez 1990’larda duymuştum. Video kaseti ve (sonra da) DVD’si çıkmadığı için bu filme bir türlü ulaşamamıştım. 2000’lerin başında bu filme ulaşabilmek için yurtdışıyla divx takası yapmak durumunda kalmıştım. Ama gelen versiyon maalesef kısaltılmış versiyonlardan biriydi. Ama hiç ziyanı yoktu, zaten biliyordum ve ona rağmen almıştım. Şimdi bu filmin bilinen en uzun versiyonu 110 dakika, Pal tipi kayıtlardaki FPS (frame per second) farkı nedeniyle (görüntü daha hızlı aktığı için) bu filmin bizim izleyebileceğimiz versiyonu 105 dakikanın azıcık üzerindedir (Kesintisiz/uncut da olarak bilinen bu versiyon 105 dakika 38 saniye). Filmin 85 dakikadan 105 dakikaya kadar yarım düzine kadar versiyonu mevcut. Zaman içinde çeşitli versiyonları seyredip, farkların bir dökümünü çıkardım, bu yazımda uzun uzadıya hepsinden bahsetmeyeceğim, sadece kısaca anmakla ve seneler önce elime ulaşan 95 dakikalık versiyon (ki, en bilinen versiyondur) ile şu an bu yazıya temel teşkil eden 105 dakikalık versiyon arasındaki farkları belirtmekle yetineceğim. Bunu yapmamın sebebi, kesilen kısımların filmin okumasını değiştiriyor olmasından kaynaklanıyor olacak. Sonra da filmin kilit sahnelerini hafiften mercek altına alacağım ve film hakkındaki bu ilk ve tadımlık yazımı tamamlayacağım.



LA RESA DEI CONTI

Öncelikle şunu araya sıkıştırayım. Filmin bazı ülkelerdeki versiyonunda Lee Van Cleef’in canlandırdığı karakterin lakabı “Colorado”dur, o nedenle Türkçe ismi “Kolorado”dur, bu bir. Filmin çeşitli versiyonlarında bazı karakterlerin isimleri farklıdır, duyarsanız, okursanız şaşırmayın (mesela, Brokston’un kızının adı İngilizce versiyonda Lizzie, İtalyanca versiyonda Kate’dir, yardımcısının/sekreterinin adı bazı versiyonlarda Lynch bazılarında Linch’tir vb.), bu iki. Bir de ben, bu yazı boyunca “Bıçak” anlamına gelen “Cuchillo” lakabını, orijinal haliyle koruyacağım ve Tomas Milian’ın canlandırdığı karaktere (Manuel Sanchez’e) Cuchillo demeyi tercih edeceğim, bölümler için de bu yazıda “sekans” yerine “sahne” kelimesini kullanıyor olacağım, bunun için de affınıza sığınıyorum, bu da üç. Hadi başlayalım.

Öncelikle, filmi kabaca parçalara ayıralım. 105 dakikalık versiyon 24 ayrı sahneden oluşuyor.

Sahne 1: Kanun Kaçaklarıyla Düello, 
Sahne 2: Şerif Jellicol’un Ofisi, 
Sahne 3: Düğün, 
Sahne 4: Sanchez Meksika Köyünde, 
Sahne 5: Kasaba ve Şerif, 
Sahne 6: Fahişe, 
Sahne 7: Mormon Kampı, 
Sahne 8: Sinyora’nın Çiftliği, 
Sahne 9: Su Birikintisi ve Yılan Isırığı, 
Sahne 10: Keşişler/Rahipler 1: Çörek, 
Sahne 11: At Arabası ve Corbett, 
Sahne 12: Keşişler/Rahipler 2: Smith&Wesson, 
Sahne 13: Meksikalı Komutan Segura, 
Sahne 14: Kasabadaki Genelev, 
Sahne 15: Cuchillo Paraları Eziyor, 
Sahne 16: Kodes, 
Sahne 17: Ölüler Günü, 
Sahne 18: Brokston’la Sohbet, 
Sahne 19: Cuchillo Karısıyla, 
Sahne 20: Kasabada Sürek Avı ve Yüzbaşı, 
Sahne 21: Für Elise, 
Sahne 22: Rosita’nın Dayak Yemesi, 
Sahne 23: Baron ve Silah Kılıfı, 
Sahne 24: Kamış Tarlasında Sürek Avı ve Tepelikteki Final. 

Kesilmemiş (uncut) versiyonların haricindeki eski ve kısa versiyonların çoğunda, yukarıda adı geçen üç sahne yani, “2. Sahne (Şerif’in Ofisi)”, “10. Sahne (Keşişler/Rahipler 1: Çörek)” ve “19. Sahne (Cuchillo Karısıyla)” hiç yoktur. Bazı daha kısa versiyonlarda “Sahne 15: Cuchillo Paraları Eziyor” da yer almaz.



Giriş :

Önce bu dört sahneden bence en önemlisi olan “Şerif Jellicol’un Ofisi”ndeki sahnenin olmamasının filmi nasıl etkilediğine bakalım. Bize az çok Jonathan Corbett’i tanıtan görkemli açılışın ardından, Corbett’i Şerif’in ofisinde görürüz. 

İkinci sahne. Şerif, duvardan aranan adamların afişlerini sökmektedir. Şerif, Corbett’i yüzüne över, ona içki ikram eder ve artık ciddi ciddi senatörlüğü düşünmesi gerektiğini söyler. Akabindeki düğün sahnesinde, Corbett’in arkadaşlarım senatör olmamı istiyorlar derken, kast ettiği kişilerden biri de Şerif’tir. Ofis’te Şerif ona senatörlüğe aday olması yani siyasete atılmasını tavsiye ederken şöyle der “düello yok, havada uçuşan kurşunlar yok, dağlarda kanun kaçağı kovalamak yok. Ve en iyisi artık cinayet işlemek yok”. Bu son cümleden sonra düğün sahnesine geçeriz. 

Filmin, şahsi kanaatimce, ana karakterleri yakından tanımamıza vesile olan ve tüm filmle bir şekilde bağlantılı olan o kilit sahnesine. Şimdi şöyle düşünüyor olabilirsiniz, Şerif sahnesi olmasaydı ne olurdu yani? Ne olurdusu var mı? Eğer o sahne olmazsa, Şerif’in arkadaşı Corbett’i  senatör olması için gazlamasının ardındaki asıl sebebin, Şerif’i çoktan satın aldığını anladığımız Brokston olduğunu anlayamazdık! 

Şerif de düğündedir. Çok da sarhoştur (arkadaşını yemleyip, bir tuzağa çektiği için mi acaba?). Anlaşılan o ki, “Corbett’e Oy Verin” afişini de Şerif bastırmıştır (ve belki de Brokston’a getirivermiştir). Bunların arkasındaki gizli teşvikçi Brokston’dur. Brokston’un Corbett’i Washington’a göndermek istemesinin sebebi sadece yapacağı proje için senatoda sağlam bir destekçi bulmak değildir. Teksas topraklarını tek tek ele geçirirken, ülkesini ve halkını seven Corbett’i de uzaklaştırmak istiyordur çünkü Corbett’in ona mani olabileceğini bal gibi biliyordur. 



Sanchez’i kovalama görevi verilen Corbett’e Şerif Yardımcısı rozetini çıkarıp uzatan da Şerif’in ta kendisi olur. Bu da acaba, Şerif, küçük kıza tecavüz ve akabindeki cinayet olayını biliyor muydu sorusunu akıllara getirir. Neden? Çünkü, Şerif tatil günü olduğu için Sürek Avı (Posse) düzenlemeyi reddeder de ondan! O ikinci sahnenin kesilmesi çok net bir şekilde anlatılmaya çalışılan çürümenin dozajını azaltmış ve politik sermayenin güvenlik güçleriyle (mevcut iktidarla ve yasal silahlı güçlerle) olan ilişkisine dair izleri silivermiştir. 

Peki, diğer üç sahnenin silinmesinin filme etkisi nedir? Üçünün de kesilip atılması Cuchillo’ya duyulan sempatinin azalmasına neden olur. Birinde aç kalıp rahiplerden çörek alan, öbüründe parayı bulduğu gibi o parayı çatır çatır yiyen, en sonuncusunda da her şeye rağmen karısını çok seven ve onu okyanusu gören Sierra dağlarına götürmeyi vadeden bir Cuchillo portresi çizilmektedir. Evet, Cuchillo hırsızdır, kirli ve pasaklı biridir ama insani yönleri de olan biridir. 

Filmin son 20 dakikasına kadar hikayenin sürprizi açık edilmez. Bu sahneleri kestiğiniz zaman, finale doğru yaşanan şokun etkisini değiştirmiş ve azaltmış olursunuz. Cuchillo’nun filmin yayınlandığı dönemde, başrol olmamasına rağmen, neden bu kadar çok sevildiğini ve onun başrolde yer aldığı bir devam filminin niye çekildiğini daha iyi anlamak için bu sahneleri seyretmenizi öneririm. Bu zeki, kurnaz ve aynı zamanda yakışıklı haydudun cazibesi o kesilen sahnelerde tavan yapıyor.

Film hakkındaki bu ilk yazıda, filmin politik içeriğine kısaca değinmeye çalışacağım ve bunun için de hikayenin katmanlarını genişlettiğini ve farklı okumaları mümkün kıldığını düşündüğüm iki kilit sahneye küçük bir giriş yapacağım. Kabaca 24 bölümden oluşan filmin dört sahnesi diğerlerinden biraz daha uzunca. Benim, “Sinyora’nın Çiftliği” adını verdiğim sekizinci sahne ile  final sahnesi (Sahne 24), süreleri 17 dakikanın birazcık üzerinde olan iki uzun bölüm. Ama kritik sahneler bunlar değil. Bence iki kritik sahne var, “Düğün” adını verdiğim üçüncü sahne ile “Für Elise” adını verdiğim 21. Sahne. 



Düğün :

Filmin üçüncü sahnesi olan ve 7 dakika süren “Düğün” bölümü, filmdeki en sevdiğim kısım. Sollima, burada, Visconti kadar olmasa da harikalar yaratıyor. Düğün sahnesi o kadar güzel yazılmış ki, ders niyetine sinema okullarında okutulması lazım. Gelinin babası Brokston’u, gelini, damadı, damadın babası Miller’ı, Brokston’un yardımcısı/sekreteri Lynch’i, yakın koruması olan Baron’u, Corbett’i, şerifi, McCoy kardeşleri hatta gıyaben Sanchez’i ve daha bir çok karakteri biz bu sahneyle yakından tanırız. Brokston’un, Corbett’in ve Baron’un kişiliklerini daha yakından analiz eden diyaloglar yazılıdır bu sahnede. Ana karakterlerin tutkularını, önceliklerini, ilkelerini, planlarını ve zaaflarını öğreniriz. 

Bu sahnede ilk olarak, Brokston’un sesini işitiriz. Asıl otoritenin o olduğu bellidir, kendisini bekleten fotoğrafçıyı kalaylar. Corbett ile Brokston ilk defa burada şahsen tanışırlar ve birbirlerini tartarlar. Gelinin babası Miller’ın zengin biri olduğunu öğreniriz, Brokston’un genç sevgilisi Melissa’nın varyete sanatçısı (varyete; müzik, dans ve tiyatro karışımı bir sanat kolu) olduğunu da. Brokston’un baş koruması Avusturya’lı Baron von Schulenberg’in son derece tehlikeli biri olduğunu da bu sahnede öğreniriz. 23 düello’da 23 kişi öldürmüştür. Şöyle der, onu övmek için hınzırca gülümserken Brokston, “23 düello, 23 dul”. Kendisine yapılan bir iltifatla, Avusturya’da bile meşhur olduğunu öğrenen Corbett ise silahını başka bir şansı olmadığı için kullandığını söyler. İlk sahneden sonra buna inanmak güç olsa da, filmin geri kalanında Corbett’in doğru söylediğini anlarız.



Brokston’la konuşurken, “Bazı arkadaşlarım politikaya girmemi istiyorlar” diyen Corbett’in de o işte biraz gönlü olduğunu anlarız. Bölgeyi haydutlardan temizlemiş, ayrıca bir dönem gayri resmi şeriflik yapmıştır. Corbett’in, şerifken, aynı zamanda kumar oynattığı bir salonu varmış ve daha kârlıymış ama pokerde hep kaybediyormuş. Savaşta Albay’mış, iç savaşta 10 ay içinde Albaylığa yükselmiş. Generalin oğluna yumruk atınca bir saat içinde er rütbesine indirilmiş. Brokston, Teksas’ta Davey Crockett’ten bile daha meşhur olduğunu söylediği Corbett’i kendi tarafına işte bu düğünde çekmeyi başarır ve el sıkışırlar. Onun senatörlük kampanyasının finansörü olacaktır. Şöyle anahtar bir cümle sarf eder buradaki bir sahnede Brokston, “Her erkeğin hayatında ışık (aydınlık) ve gölge (karanlık) vardır. Tarih ışığı saklar ve gölgeyi yok sayar”. Filmin geri kalanı da, aşağı yukarı bu minvalde ilerler. Dakikalar ilerledikçe “İyi” adamların, karanlık taraflarını öğreniriz. Sadece Brokston’un değil, Cuchilllo’nun, Şerif’in, Mormonlar’ın liderinin, Yüzbaşı Segura’nın, Rahip Smith-Wesson’un, von Schulenberg’in karanlık yönlerini de öğreniriz. Tam, eksiksiz, acımasız ve korkunç bir çürüme portresi çizer  “The Big Gundown” (La Resa Dei Conti, 1966).

Bu bölümde, hakkında en çok şey öğrendiğimiz kişi baş kötü Brokston olur. Etrafını en iyilerle (tabii ki, parayla) donatmış olmakla övünen Brokston’un en büyük hayali Amerika Birleşik Devletleri’nden Meksika’ya gidecek olan ve Teksas’tan geçecek olan bir demiryoludur. 

Ülkesini seven, iyi ahlaklı Corbett’i ikna etmeye çalışan Brokston, “Demiryolum bu eyaleti bir günde 20 yıl geliştirecek” der ve Corbett onu biraz sıkıştırınca da ekler, “Demiryolu yapıp milyonlar kazanacağım ama eyalet de kazanacak”. Corbett, “Teksas’ın kalkınmasını önemsiyorum ama senin (zenginleşmeni) değil” deyip, şerhini de düşerek, Brokston’un senatörlük için finansörlük/sponsorluk teklifini kabul eder. Tam beraber hatıra (ve kutlama) fotoğrafı çektireceklerken kılıksız McCoy kardeşler gelir. “Birkaç saat önce Lonely Corner’daydık, Baker’ın 12 yaşındaki kızına tecavüz edip bıçaklayıp öldürmüşler, yapan bir Meksikalı, onu 20 mil takip ettik, Güney’e (ülke dışına/Meksika'ya) gidiyor” derler damada ve babasına. 

Katil, lakabı Cuchillo/Bıçak olan Meksika’lı barmen Sanchez’dir. Şerif Jellicol, “ofis bugün kapalı takip ekibi kuramam” der ve iş birden Brokston’un kurnazlığıyla Corbett’e ihale ediliverir. 

Sadece 7 dakika içinde, neredeyse tüm ana karakterleri az çok tanımış oluruz, filmi sürükleyen iki temel çatışmadan birinin tohumları (Corbett-Brokston) bu düğün sahnesinde atılmıştır. Finale doğru, bu düğün sahnesinin neden kritik olduğu yavaş yavaş gün yüzüne çıkar. Hem kızını Miller’ın arazisine konmak için onun oğlu Chet’le evlendiren Brokston’un, hem damat Chet’in yediği herzenin, hem Brokston ve von Schulenberg’in ne denli gaddar olduklarının (McCoy Kardeşler meselesi), hem Brokston’un Şerif Jellicol arasındaki kirli ilişkinin derinliği (Meksika’dan çekilen faksı anında Brokston’a gammazlayan kimdi sanıyorsunuz?), hem de Cuchillo’nun ortadan kaldırılmasının neden önemli olduğu işte bu düğün sahnesinde detaylarda gizlidir. Ben bu ilk kritik sahneye, “senaryonun tüm kartlarını dağıtan sahne” adını veriyorum, gelelim “dağıtılan kartları toplayan” kritik sahneye. O bölüm ise, benim “Für Elise” adını verdiğim 21. sahnedir.



Für Elise :

“FürElise”, büyük bestekar Ludwig Van Beethoven’ın bir kadına yazdığından emin olunulan ama uzmanların kime yazıldığı konusunda henüz uzlaşı sağlayamadıkları, ustanın ölümünden 40 (bestelemesinden 57) yıl sonra, 1867’de ortaya çıkan meşhur bir piyano kompozisyonudur. Bu parçayı bilmeyeniniz yoktur. Neyse, benim bu 5 dakikalık bölüme “Für Elise” dememin sebebi, bu bölümün bu parçayla “diegetic” eşleşmesinden kaynaklanıyor. 

Brokston’un yapmayı planladığı demiryolunun Meksika ayağını yürütecek olan, toprak sahibi, iyi vergi ödeyen ve kiliseye bağış yapan Don Gomez Serrano’nun malikanesindeyiz.  Brokston, ortaklığa dair imzaları atmakla meşguldür. Fonda, “Für Elise” çalmaktadır. Kamera takriben 20 saniye kadar pan yapınca, Brokston’un sevgilisinin ev sahibiyle küçük bir dans gerçekleştirdiğini, yeni gelin ve damadın bahçede olduğunu ve bu parçanın piyanonun başındaki Baron von Schulenberg tarafından çalınmakta olduğunu görürüz. 

Bence sinemasal açıdan filmin zirvesi, hem büyük bir derinlik hem dinamizm içeren ve çok şey anlatan bu küçücük, mini minnacık 20 saniyelik plandır. Peki, neden? Hadi sahneyi parçalara ayıralım ve okuyalım...

Evin içi son derece güzel dizayn edilmiştir. 
Ferah, rahat, iyi aydınlatılmış ve bahçeye açılan kapısıyla iyi havalandırıldığını anladığımız büyük bir odadayızdır. 
Brokston’u mutlu görürüz, imzayı attığı gibi işin Meksika ayağını da garanti altına almıştır, imzayı gören genç sevgilisi de mutludur tabii. 
Kamera sağa doğru, piyanodan yükselen dingin tınılar eşliğinde usulca ilerlerken, ev sahibi ve konuğu birkaç saniye karşılıklı saygı ve nezaket çerçevesinde dans ederler. 
Serrano da mutludur çünkü artık o da Kilise’ye daha büyük bağışlar yapacak ve daha çok vergi ödeyecektir! (Şaka tabii, o da bu anlaşmayla yırttığını düşünmektedir hatta emindir!) 
Baron von Schulenberg mutludur çünkü insan öldürmek için fırsat çıkmıştır. Aynı zamanda da Corbett’le kapışmak için bir fırsat kolladığı gözümüzden kaçmaz. 
Arkada, bahçe terasında, karanlıkta ise yeni evli, karı koca vardır. Bu, işlerin onlar açısından iyiye gitmediğine işarettir, herkes içeride eğlenirken, onlar karanlık bir köşede kendilerini izole etmiş gibidirler. 

“Für Elise”nin dinginliği tüm sahneyi adeta sarıp, sarmalar. “Für Elise”yi her dinlediğimde bana, kötü bir şeyler olmadan hemen önce gelen o huzurlu dinginliği anımsatır. Burada da durum değişmez.



EnnioMorricone kusursuz bir seçim yapmıştır. Kamera müzikle adeta vals yapmaktadır. Carlo Carlini’nin görüntüleri, Beethoven’ın ölümsüz notalarıyla iç içe geçmiş, hikayeyi adeta iğne oyası gibi işlemektedir. Evet, 20 saniye içinde bunlar olur. Topu topu 20 saniye içinde. Ve şahsi kanaatimce, sinema denilen şey tam da budur!


Böylesi büyük eserler tek yazıyla geçiştirilemez, “The Big Gundown”a (La Resa Dei Conti, 1966) devam edeceğiz…

Yazan : Ertan Tunç

THE BIG GUNDOWN INTRO :