24 Nisan 2016 Pazar

Spaghettilere Emek Verenler : Alessandro Alessandroni


Spaghetti Westernlerin dayandığı hikayelerin tümü Vahşi Batıyı model almakla beraber, hikayelerin veriliş biçimindeki tüm detaylar Akdenizlidir. Karakterlerden olay örgüsüne bu görsel sunumu destekleyen diğer yan öğelerdede bu akdenizli sıcaklığı sürmektedir. Dolayısıyla bu filmlerin Avrupa ve Yakın Doğu'da yaratmakta olduğu etkiler Kuzey Amerika'da yaratmış olduğuna oranla daha coşkuludur. 

Coşkudan bahsedildiğinde aklımıza ilk gelen kısım müzik olmakta, kaldı ki bu konuda Spaghettilere Emek Verenler serimizin başlangıç noktasını da büyük bestecilere ayırmıştık. Morricone ve Bacalov gibi usta isimlerin beraberinde, Yeşilçam'a olan bağlılığımında bir neticesi olarak Emek Veren Karakterler ile devam bu seride çorbada tuzu bulunan her insanı mümkün olduğunca ele alarak tanıtabilmenin önemli olduğunu düşünüyorum. 




Böylelikle serinin bir önceki yazısında Lardani ile başlamış olduğum az bilinen emek verenler serisinde bu sefer Alassandroni'ye yer veriyorum. Spaghetti Westernlere aşina veya orta seviyede bu filmlerle ilgilenen her izleyici için bu ismin yarattığı çağrışım muhtemelen bir bestecidir şeklinde olacaktır. Bu konuda doğru bir tahminde bulunulmakla beraber sanatçıyı (veya kendi tabiriyle icracıyı) zamandaşı diğer müzisyenlerden ayıran çok önemli bir özelliği bulunuyor. 

Sergio Leone'nin Dolar Üçlemesi (A Fistful of Dollars ve For A Few Dollars More )ve Bir Zamanlar Batı'nın müziklerinde duyulmakta olan ıslık sesinin sahibi Alessandro Alessandroni. 

Sadece ıslığı ile değil bahsedilen müziklerin gitar müziklerine de temel riffleri ile katkıda bulunan sanatçı, 1925 yılında İtalya'nın Lazio bölgesinde Soriano nel Cimino'da dünyaya geldi. Kendi sözleriyle 'Çocukluğumuzda çok az iş yaptık ama çok müzik yaptık' şeklinde müzikle tanışmasını belirten sanatçı öncelikle mandolin, ardından gitar ve takip eden yıllarda çeşitli enstrümanlarla müzikal sevgisini tatmin etmeye devam etmektedir. Çocukluk arkadaşı Ennio Morricone ile Leone'nin ilk spaghetti filminin müziklerine katkıda bulunması için aldığı davetle Spaghetti Westernlerin yazılı olmayan ama coşkuya hitap eden raconlarından biri olan insan sesleri ekolü de başlamış olur. 




Spaghetti Westernlere besteci kimliği ile (daha çok yardımcı besteci olarak) katkıları bulunan Alessandro Alessandroni'nin ana besteci olarak müziklerini yapmış olduğu Spaghetti Western adedi bir elin parmakları kadar olmasına karşılık, ıslığıyla hayat vermiş olduğu tüm filmlerin klasikleşmiş olmasında oynadığı rol o kadar büyük. 

Benim için sanatçıyı emek verenler dizisine eklemem için oluşan en önemli sebep ise aşağıda sarfetmiş olduğu cümledir :

"Ben bir yıldız değil sadece icracıyım, bence yıldızlar Morricone gibi bestecilerdir." 

Alessandroni'nin kişisel web sitesi için buraya tıklayınız. 

Yazan : Gökay Gelgec - Yojimbooo

Not : Videoda kullanılan elektro gitar, Leone filmlerinin müziklerinde kullanılan gitardır. 

Alessandro Alessandroni Canlı Performans :

17 Nisan 2016 Pazar

Modern Alt Kültür'de Spaghetti Western



Post-Modern şehirli alt kültür'ün son dönemlerde klasikleşmiş filmler ve müziklerin yeniden keşfi ve sanki dünyada şu ana kadar hiç varolmamışcasına bir keşif yarışına girdiği bu günlerde Spaghetti Western kültlerinin modern grafik tasarımlarıyla buluşması kaçınılmaz bir dönüşüm olarak göz zevkimizi şenlendiriyor. 

Filmlerin orjinal afişleri ve filmlerle beraber bir dönem Avrupa'da oluşan yepyeni moda akımının bugün grafik sanatlara da ilham vermesi Spaghetti Western seven bizleri mutlu eden gelişmeler. Sosyal medya, interaktif ve siber katılımcılık, paylaşmanın dayanılmaz doyumu veya doyumsuzluğu içerisinde yeni nesil çalışmaları sadece görsel tabanlı sosyal içeriğe dayandıran Pinterest içerisinde toplu halde bulma şansını edindim. 




İliya Peyson'a ait pinterest alanının içinde sadece Spaghetti olarak ayrı bir pano bulunuyor. Pano'nun amacı geçtiğimiz haftalarda Spaghettilere Emek Verenler serisinde incelediğim Iginio Lardani gibi, türün animasyon ve görsel grafik tasarımları üzerine yoğunlaşmak olmuş. Spaghetti Westernler üzerine popüler alt kültüre hizmet etmesi koşuluyla tüm eski ve yeni grafik çalışmalar ve kısa sunum videoları bir araya getirilmiş. 

Neticede bizlerede bu güzel derlemeyi izlemek ve kullanıcıyı favorilerimize eklemek kalmış. Şahsi fikrimce bu yazıda kullanmış olduğum Çizme ve Makarnaya dolanmış altı patların beraberinde Dolar Üçlemesi üzerine yapılmış minimalist tasarımlar son derece ilgi çekici.

Clint Eastwood'u zombie olarak görmek isterseniz link ve fazlası için aşağıdaki satırı takip etmeniz yeterli



İliya Peyson Pinterest Spaghetti Sayfası için buraya tıklayınız. 

Yazan : Gökay Gelgeç - Yojimbooo

10 Nisan 2016 Pazar

KILLER KID : Kibar Haydut - 1967


Sergio Leone bir röportajında, “westernleri çekerken, biraz da solculuk oynuyorduk” minvalinde bir laf etmişti. Gerçekten de sadece Leone’ninkiler değil, diğer tüm İtalyan usülü westernlerin ya da daha çok bilinen ismiyle spagetti westernlerin hatırı sayılır bir kısmı politik alt-metinlerine sahiptir. Kabul etmek gerekir ki, furyaya dahil olan çoğu westernde bu politik alt-metinler, hikayenin içindeki işlevini yerine getirememesi, biçimsel tercihin içerikle örtüşmemesi gibi başlıca nedenlerden ötürü akim kalmaktadır. 

Politik nitelikli spagetti westernlerin çoğu, inandırıcılıktan bir hayli uzak, masalsı hikayelere sahiptir ve bu nedenle de seyirciden teveccüh görmemişlerdir. Bunu farkeden filmciler (yapımcı, yönetmen ve senaristler), hikayelerini Meksiya’ya taşıyarak, sosyal içerikli görüşlerini yansıtabilecekleri doğal bir fon oluşturup, biçimsel tutarlılık geliştirmek istemişseler de, Corbucci ve Leone gibi bir-iki örnek hariç hemen hemen tüm yönetmenler genelde kullandıkları “faşist yönetim-direniş örgütü-halk devrimi” kurgusunda fena halde çuvallamıştır. 

Leopoldo Savona’nın “Killer Kid”i (Sahte Haydut, 1967) de buna bir örnek teşkil ediyor. Aksiyon dolu bir western olarak iyi ama politik bir film olarak değerlendirildiğinde durum çok da parlak değil.



“Killer Kid” (Sahte Haydut) başrolünde Anthony Steffen’in oynadığı bir spagetti western. Aslında demin de belirttiğim gibi, sürprizlerle dolu hikayesi bir aventür olarak fena değil, kurgu çok başarılı, müzikler ve çekimler gayet güzel, Steffen’in güçlü ekran kişiliğine ilaveten rolüne cuk oturan Fernando Sancho ve Giovanni Cianfriglia gibi güçlü kozları da var ama iş politika yapmaya gelince çok başarılı olduğunu öne süremeyiz.

Açılış gaddar bir Meksikalı kumandanın, Ramirez’in, bir grup köylüyü kurşuna dizdirmesiyle başlıyor. Devrimci hareketin bölge sorumlusu olan “El Santo/The Saint” (Aziz) adında bir liderin yerini öğrenmeye çalışan komutan konuşmaktan kaçınan Meksikalıları acımasızca katledince, onun “kötü”, köylülerin “masum”, “iyi” ve “doğru yolda” olduklarını anlıyoruz.


Anthony Steffen’in canlandırdığı karakteri ilk kez gördüğümüzde, kendisinin bir Amerikan askeri hapishanesinde hücre mahkumu olduğunu öğreniyoruz. Kendisine akşam yemeği için getirilen ekmeğin içinden kağıda yazılmış bir mesaj çıkıyor, biz mesajı göremiyoruz. Daha sonra aynı askeri üsdeki komuta odasına geçiyoruz. Bir komutan sınırda silah kaçakçılarına karşı alınacak önlemlerle ilgili astlarına direktifler veriyor. 

Haydut “Killer Kid”in Knox Kalesi’ne nakledileceğini ve çetesinin onu kurtarmaya çalışabileceğini bu sahnede öğreniyoruz. Mahkumun nakli komutandan gelen emirle iki haftalığına erteleniyor çünkü “Washington”, üzerinde Amerikan Ordusu amblemi olan çok sayıda silahın çalındığını/kaçırıldığını ve bu silahların Meksikalı gerillalara gönderileceğine dair istihbarat aldıklarını komutana bildirmiş. Önceliği, sınırdaki olası mühimmat geçişini önlemeye veriyorlar çünkü eğer Meksika Hükümeti bunu haber alırsa bu durumun nahoş diplomatik sıkıntılara sebep olacağını öngörüyorlar (mevcut hükümeti/yönetimi devirmek için devrimci gerillalara örtülü destek verilmiş gibi olacak çünkü). 

Takip eden sahnede, “içeriden” birinin Anthony Steffen’in canlandırdığı mahkumun kaçışına çaktırmadan yardım ettiğine şahit oluyoruz. Yardım eden kişiyi göremiyoruz. Hücresinin kilidi açık bırakılmış, artık nasıl oluyorsa oraya bir yere de kendisi için bir at ve yeterli miktarda silah bırakılmış (tabanca, tüfek vb.). Steffen, bir-iki nöbetçiyi bayıltıyor ve kendisi için hazırlanan ata binip, firar ediyor.

Sonraki sahnede yine komutanın odasındayız. Komutan; batının en tehlikeli silahşörü “Killer Kid”i ellerinden kaçırdıklarını, onun canlı olarak yakalanması gerektiğini çünkü terfisinin buna bağlı olduğunu söylüyor. Anthony Steffen “Killer Kid”miş. Komutan Çavuş Mulligan’a emir veriyor, “git onu bana canlı getir”. Komutan ayrıca ivedilikle Meksika Hükümeti’ne “Killer Kid” kaçtı, canlı getirilmesi karşılığında konan ödül de “5000 Dolar” diye haber verilmesini emrediyor. Yakında hem Amerikan Ordusu’nun hem de Meksika Ordusu’nun “Killer Kid”in peşine düşeceğini öğreniyoruz.


Sonra Amerikalı silah kaçakçılarını tanıyoruz. İki ayrı grup var. Hem üzerinde Amerikan Ordusu’nun amblemini taşıyan silahları ordu deposundan çalanları hem de bu silahları büyük paralar (ödeme altınla yapılacak) karşılığında Meksikalı devrimcilere satacak olanları görüyoruz. Silahları Meksikalı devrimcilere satmaya gidiyorlar, silahları alan komutan Vilar (Fernando Sancho) bu alış-veriş için gönderilen kaçakçıları öldürtüyor, sonra -aniden- kaçakçıların geri kalan ekibi baskın veriyor ve Vilar’ın adamlarını temizleyip, paralarını alıyorlar. Vilar, gerillaların bölge lideri “El Santo”nun adamıymış ama “El Santo”nun olan bitenden haberi yokmuş. Vilar’ı serbest bırakıyorlar, ne de olsa ekmek teknesi. 

Sonra film, ilk 6 sahnesinde tanıttığı bütün bu grupları (“Killer Kid”, Meksika Hükümeti ve gaddar komutan Ramirez, Amerikan Ordusu, Meksikalı masum köylüler ve devrimci gerillalar, silah kaçakçısı Burnes ve adamları vb.) kâh biraraya getirip, kâh karşı karşıya getirterek süresi boyunca ilgiyi canlı tutmayı başarıyor.

Yönetmen Leopoldo Savona’nın Sergio Garrone’yle beraber yazdığı senaryo, aksiyonu filme ustaca yayıyor. Sürekli yaşanan çatışmalar, kavgalar, güç dengelerinin mütemadiyen değişimi hem dramatik çatıyı ayakta tutmaya hem de aksiyon ihtiyacını karşılamaya yetiyor.


Öte yandan, filmi politik açıdan çaptan düşüren birinci etken, karakterlerin tek boyutlu oluşu. Derinlikten yoksun sığ karakterler olarak resmedilen politik figürler filmin düz bir şablonda ilerlemesine vesile oluyor. Mesela açılıştaki sahnede köylüler, gözleri önünde hunharca yapılan katliam karşısında bir bile gram duygusallık göstermiyorlar, hiçbir tepkileri yok sadece sükunetle seyrediyorlar, ki katledilenler sonuçta onların arkadaşları, komşuları, oğulları. Tamam bu köylüler metanetli, cesaretli falan ama bu kadar da olmaz ki. 

Pablo, Dolores ve Mercedes de aynı şekilde dümdüz karakterler, hiçbir zenginlikleri yok. Dramatik çatışmanın iki ayrı ucundaki Ramirez ve “El Santo” (Aziz) de ha keza öyle. Eylemlerin sebep ve sonuçları, karakterlerin olumlu-olumsuz yönleri ve “davalar”ın insan üzerindeki etkileri peliküle sağlıklı bir şekilde aktarılmamış. Bu da filmin politik söyleminin basmakalıp gözükmesine yol açıyor. 

Mesela “Aziz”, sırf iyi bir silahşör olduğu için büyük bir halt yiyen Viral’i hemencik affediyor, olacak iş mi bu? Bu nasıl devrimcilik? Filme zarar veren bir diğer hikaye ise, Ramirez’in bir türlü yerini tespit edemediği devrimci gerillaların bölge lideri “Aziz”in saklandığı yerin Pablo’nun köyü oluşu. Bu Meksika köyüne gelirken herhangi bir güvenlik önlemi görmediğimiz gibi, köyün içinde de güvenlik adeta sıfır. 

Mesela köye geldiği gibi “Killer Kid” bir anda “Aziz”i koruma görevini üstleniyor, hatta dağlara doğru gittiklerinde neredeyse onu bir lider statüsünde görüyoruz. O zaman Ramirez niye bu koca köye bir tane casus göndermeyi akıl edemedi diysorası geliyor insanın. Bu gibi detaylar hikayenin inandırıcılığını büyük ölçüde zedeliyor.



Filmde benim sinemasal açıdan “zengin” olarak nitelendirebileceğim 3 kişi var; 

Ordu Komutanı görevindeki Binbaşı, gerillaların teğmeni Vilar ile silah ve mühimmatı Vilar’a getiren kaçakçıların yardımcı kumandanı Sam (ihanet ettiğini öğrenince Vilar’a baskın yapıp, adamlarını öldürtüp, Vilar’ı bağışlayan adam). 

Bu karakterlerin tavır, tutum ve davranışları, replikleriyle beraber kompleks ve ilgi çekici bir hâl alıyor. Filmde en zor rol Fernando Sancho’ya düşmüş, o da nadiren kendisine uygun görülen başrolde fena oynamamış hani, buna çok şaşırdığımı itiraf etmeliyim.  Sancho’nun canlandırdığı Vilar, devrimin sadece silahla yapılacağını düşünen ahmaklardan. Darbe yapıp bölge yönetimini ele geçiriyor ki, 2000 tüfeği alıp bir an evvel ayaklanmanın fitilini ateşleyebilsin. Dolores’le ilişkisi de hayli dikkat çekici. Bu filmde canlandırdığı karakterin iniş-çıkışlarını başarıyla yansıtan Sancho’nun açıkça Steffen’den rol çaldığını söyleyebiliriz.  

Alegre Geçidi’ndeki finale gelince. Burada benim tek tutarsız bulduğum şey, liderliğin (Capo) hemencecik “Killer Kid”e geçişi, onun dışında filmi güzel bir şekilde bitiriyorlar, özellikle dinamitle patlatma sahneleri iyi çekilmiş ve finaldeki acımasızca verilen “kurşuna dizin” talimatı hikayenin içinde dairesel bir döngü yarattığı için şık durmuş.



Son tahlilde; Leopoldo Savona’nın “Killer Kid”i (Sahte Haydut, 1967) Berto Pisano’nun müzikleriyle ve Sandro Mancori’nin görüntü çalışmasıyla öne çıkan bir Anthony Steffen westerni. En büyük artısı da Fernando Sancho. Sancho ve Steffen ikilisinin biraraya geldiği bir önceki spagetti western olan “7 dollari sul rosso”ya (7 Kanlı Dolar, 1966) kıyasla çok daha iyi bir film. Türün meraklılarına tavsiye ederim.

Yazan : Ertan Tunç

KILLER KID Italian Trailer : 

3 Nisan 2016 Pazar

Sergio Leone : Morton ve Sermaye'nin İstilası



Leone'nin Bir Zamanlar Batı'yı filme almasının üzerinden yarım asra yaklaşan bir zaman dilimi geçti. 

Bir Zamanlar Batı, romantik ve özgür batının bitişinin üzerine meydan okurcasına tasarlanmış bir modern operaydı. 1968'in dünyasından bugüne bugünün gözünden bakıldığında romantik ve mazide kalmış olarak tanımlanabilecek koca bir tarih geçti. 

Filmin sinemalarda yayınlanan ilk versiyonu, çeşitli montaj faciaları ve yapımcı isteklerine bağlı olarak İngiltere ve Amerika gösterimlerinde yaşanan hayal kırıklığına karşı Fransa'da inanılmaz bir popülariteye ulaştı. Toplamda 15 dakikayı geçmeyen diyaloğa karşı 3 saatlik süresiyle efsaneleşen film edebiyatını görüntüyle kurmayı başarmıştı. 

Fransa'da o yıl patlayan 68 olaylarının beraberinde genç kuşağın mihenk taşı haline getirdiği bu filmin Avrupalı çeşitli sinema eleştirmenlerine göre politik bir alt metni olduğu veya politik bir element içerdiği belirtilmektedir. Yaygın Amerikan görüşüne göre ise filmin politik bir temeli bulunmamaktadır. 




Açıkçası filmin politik kimliğinin olamayacağı o dönemin İtalyasında yönetmen olup şarap tatmayan veya spaghetti yememiş bir yönetmen olabileceğine inanmakla eş değerdir. Bir Zamanlar Batı'nın alt metnini oluşturan eş zamanlı hikaye tarihin kendisidir. Demiryolunun Amerikan tarihine geri dönülmez girişi Sergio Leone'nin Bernardo Bertolucciyle beraber filmin üzerinde belkide yıllarca en az incelenen karakter olan Morton üzerinden verilmiştir. 

Filmin tamamı bir ölüm operası üzerine şekillenmiş ve ana karakterlerin tamamı birer ölüyü canlandırırken, Morton (Gabriele Ferzetti) bugünün bakış açısında tarihin yazılı bir parçasıdır. Nitekim tarihide savaşlarda olduğu gibi kazananlar yazar. 

Avrupa'dan yeni dünya'ya elinde olanca büyük bir birikimle göç eden ve yeni dünya'da açgözlülük ve daha çok kazanmak adına tüm etik değerleri hiçe sayan karakterin gözünden sermayenin eski düzeni istilası anlatılmaktadır. 

İzleyici Vahşi Kapitalizm'e evrimin prototipini izlemektedir, gözü kara ve etik sahibi olmayan herkesi sermayeyle kendisine bağlayan ve sonunda yine kendisine bağladıkları tarafından ihtişamla beklediği büyük hayali okyanus yerine bir su birikintisi önünde son nefesini veren insanın hikayesidir anlatılan. 




Başka bir deyişle; 

"Aydınlanmayı getiren Çöküşüde getirendir." 


Gerçekte Amerika'nın demiryolu ağını ören iki büyük şirket (Union Pacific ve Central Pacific) okyanusun her iki kıyısını demir raylarla ördükten sonra başkan Grant'in kararıyla 1869 yılında iki büyük hattı Utah'ta birleştirir. Böylelikle sanayi devrimi, iç turizm, ticaretin ve gelişimin zirveye ulaşacağı dönem başlar. Başlayan dönem aynı zamanda tekelleşme, 2 milyona varan demiryolu ve bağlantılı sektörde yer alan iş gücünün, ağır bedellerle sisteme boyun eğdirilen tüm sıradan insanların hikayesidir. 

Eskiyi yokeden sistem rolünü otomobile devredene kadar yarım asırdan fazla bir dönemin tek hakimi olmuştur. Günümüzde ise otomobil ve petrol ilişkisi düşünüldüğünde dünyadaki kaynak sıkıntısı ve global tıkanıklıklar bu devrinde son demlerini yaşamakta olduğunu göstermekte. Petrolle kurulan dünyanın normal bir hayatı seçen her bireyin yaşamına ne denli etki ettiğini dünyanın neresinde yaşıyorsak olalım hissedebiliyoruz. 




Bir Zamanlar Batı'nın müziklerinin diğer Leone filmlerinde olduğu gibi filmden önce bestelendiği, ancak farklı olarak filmin çekimleri boyunca sette çalmakta olduğu çeşitli kaynaklarda belirtilmektedir. Bununla beraber filmin müzikleri üzerine yaygın bilgi 4 adet farklı temanın 4 ana karakter üzerine bestelenmiş olduğudur. Jill, Chayenne, Harmonika ve Frank dörtlüsü üzerine kurulmuş bu yapıya aslında beşinci ve filmin alt metninin temsil açısından en önemli öğesi olan Morton dahil edilmez. 

Açıkçası Morton teması filmin müziklerinin erken zaman basımlarında da yer almamaktadır. Morricone'nin deniz dalgalarının huzuru ve müebbet acı duygusu arasında gidip gelen teması filmin  ana yapısını oluşturan diğer temalardan bağımsız kendi başına bir hikayeyi anlatacak kadar güçlü. 

Ömrünü okyanusu görmek adına herkesin ömrünü hiçe sayabilecek kadar zalimleşen bir davaya adamış insanın kimliğinden öğrendiklerimizle bugünün güç ve sermaye sahiplerinin aç gözlülüğünün dizginlenebileceği bir dünyayı arzuluyoruz. 



Dünyada Demiryollarının Gelişimi üzerine kısa bilgilendirme yazısı için buraya tıklayınız.
Nükhet Işıklıoğlu'nun 'Dünyayı Değiştiren Demiryolu' yazısı için buraya tıklayınız. 

Yazan : Gökay Gelgec - Yojimbooo

Ennio Morricone - Morton :